top of page

Beslenmenin Psikolojik Boyutu

Yazarın fotoğrafı: Fulya Özbilen ÖztürkFulya Özbilen Öztürk



Eylül Psikoloji ekibi olarak bu yazımızda beslenme ve yeme davranışlarımızın psikolojik kökenlerinden bahsetmek istedik. Bedenimiz, bedenimizin işleyişi ve psikolojimiz arasında aslında sandığımızdan daha derin bir bağlantı var. Bu sebeple yeme davranışı psikolojik boyutu dışarıda bırakılarak değerlendirilmemelidir. Ekibimiz bu konuyu farklı açılardan ele aldı.


Klinik Psikolog Eylül Yılmaz


Psikanalitik açıdan değerlendirdiğimizde, beslenme davranışlarımız erken dönemde kurduğumuz bağlar ve kendi içsel çatışmalarımızdan etkilenir. Freud’un kurduğu teori içerisinde, doğumdan iki yaşa kadar olan dönemi “oral dönem” olarak adlandırılır ve bu dönemin temel meselesi beslenmedir. Bebeğin anne ile beslenme üzerinden kurduğu ilişki yalnızca fizyolojik bir ihtiyacı karşılamaz; aynı zamanda sevgi, güven ve sıcaklık gibi daha derin ve duygusal temellere de hitap eder. Freud’a ve ondan sonraki birçok psikanaliste göre bu erken dönemde yaşanan memnuniyetler ya da hayal kırıklıkları, kişinin ilerleyen yaşlarındaki beslenme davranışları üzerinde doğrudan etkilidir. Oral dönemde yaşanan hayal kırıklıkları ya da sarsıcı bazı meseleler, ileride aşırı yeme ya da yemek yeme davranışında ortaya çıkabilecek kontrolsüzlüklerle kendini gösterebilir. Freud’dan sonra gelen Klein ise, beslenmenin geniş bir yelpazede, kişi ile ilgili birçok şey söyleyebileceğini (temel güvenlik algısı, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme vb.) yazmıştır. Sonuç olarak beslenme, psikanalitik kuram bazında değerlendirildiğinde, yalnızca bedensel bir ihtiyacın giderilmesi değil, duygusal iç dünyaya doğrudan atıfta bulunan çok daha derin bir ihtiyaçtır.


Psikolog Selin Çelik


Varoluşçu-analitik perspektiften yemek yemek, temel bir fizyolojik ihtiyaçtır; ancak çoğu zaman psikolojik ve duygusal meselelerin bir yansıması haline gelir. Tokken yemek yeme, kaygı nedeniyle iştah kaybı ya da duygusal yeme gibi durumlar, yeme davranışlarının ardındaki duygusal nedenlere işaret edebilir.Yemek, yalnızca bedeni doyurmak değil, bazen kontrol arayışı, bağımsızlık isteği ya da içsel çatışmaları çözme çabası gibi düşünülebilir. Çağımızın modern yaklaşımları genellikle bu davranışlara yüzeysel çözümler önerir: "Duygusal mı yiyorsunuz? Yemeyin." Oysa ki asıl mesele, bu davranışların arkasındaki duyguları ve ihtiyaçları anlamaktır. Kendimize "Hangi duygular beni yemeye yöneltiyor?" ya da "Yemekle neyi telafi etmeye çalışıyorum?" gibi sorular sormak, derin bir içgörü kazandırabilir.

Yeme davranışı çoğu zaman zor deneyimlerden uzaklaşma ya da geçici bir rahatlama yolu olarak adlandırılabilir. Doymama hissi ise genellikle kişinin kendisinden ve duygularından kopukluğunu yansıtabilir. Bu nedenle yemekle kurulan ilişkinin, hem bedensel hem de duygusal bir meseleye dayandığını düşünebiliriz.

Yeme bozukluklarıyla çalışırken klinik ortamda diyetisyen, dahiliye uzmanı ve psikologların iş birliğinde bütüncül bir bakış açısıyla ilerlemek çok önemli olabiliyor. Yemek sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda insan ilişkilerini ve içsel deneyimlerimizi şekillendiren bir araçtır. Bu yüzden, yeme davranışlarımızı anlamak, kendimizi ve dünyayla olan bağımızı daha derinlemesine kavramamıza yardımcı olabilir.


Psikolog Pelin Çoraklıoğlu


Ruhun mu aç, yoksa bedenin mi? İnsan, varoluşsal açıdan hem bedensel hem de ruhsal bir varlık olarak iki temelde varlık gösterir. Bu iki varlık, birbirinden bağımsızmış gibi görünse de, gerçekte birbiriyle iç içe geçmiş ve sürekli etkileşim içindedir. "Ruhun mu aç, yoksa bedenin mi?" sorusu, bu iki varlığın birbirini nasıl etkilediğini sorgulayan derin bir sorudur. Bedenimizin ihtiyaçları, fiziksel açlıkla açıklanırken, ruhun ihtiyaçları genellikle duygusal ve psikolojik açlıklar olarak karşımıza çıkar. İlk olarak hangi ihtiyacımızı gözetmeliyiz?

Bedenimizin açlık hissi, fiziksel bir süreç ve hayatta kalma dürtüsüdür. Bu, doğrudan biyolojik bir gerekliliktir. Beynin, vücutta açlık tokluk sinyalleriyle mücadele ettiği bir süreçtir. Ancak ruhsal açlık, çok daha soyut bir ihtiyaç aslında. İnsan, yalnızca fiziksel anlamda değil, duygusal ve psikolojik düzeyde de tatmin olmaya ihtiyaç duyar. İlişkilerde güven arayışı, başarıda tatmin bulma, sevilme ve değerli hissetme gibi duygusal gereksinimler, bireyin içsel dünyasında şekillenen açlıklar olarak tanımlanabilir. Tam olarak bu noktada danışanlarımızdan ‘’yesem de doymuyorum, yoğun bir duygu hissettiğim zaman yemek yemek istiyorum’’ cümlelerini duyarız. Ruhumuzun açlığı, bu süreçle birlikte belirli bir süreden sonra bedensel açlıkla birleşebilir ve bir kısır döngüye dönüşebilir. İşte burada dikkat ettiğimiz nokta psikolojik iyi hali ve psikolojik sağlamlığı besleyebilmeye çalışmaya başlamaktan geçmektedir. Peki psikolojik iyi hal, beslenme ve duygusal yemeye nasıl etki eder?

Ruhsal doyum, insanın kendisini anlaması, kendi kimliğini tanıması ve içsel huzura ulaşmasıyla mümkün hale gelir. Bedenin ihtiyaçları karşılandığında, bu bireyin ruhsal açıdan daha dengeli ve sağlıklı olmasına katkı sağlasa da, yalnızca fiziksel tatminler, ruhsal açlıkları karşılamak için yeterli değildir. Bu noktada, terapötik müdahaleler, profesyonel destek önemli bir rol oynar. Bireyin, duygusal ihtiyaçlarını anlaması ve onları tatmin etme yolları araması, ruhsal sağlığın desteklenmesi açısından önemli bir adımdır.


Klinik Psikolog Fulya Özbilen Öztürk


Beslenme yalnızca bir fizyolojik gereksinim olmanın ötesindedir. Bireyin kendi bedeniyle olan ilişkisinde anlam, seçim ve sorumluluk gibi varoluşsal temalar da devreye girer.

Varoluşçu analitik terapi perspektifine göre birey her an kendi seçimlerinin sorumluluğunu taşır. İnsan, her durumda özgürdür ve bu özgürlük, bireyin kendisini şekillendiren kararlar almasını gerektirir. Beslenme, bir bireyin kendisine dair yaptığı seçimlerin önemli bir parçasıdır. Hangi yiyecekleri tüketeceğine, ne zaman yiyeceğine ve ne kadar yiyeceğine dair kararlar, bireyin yaşam tarzı ve sağlığı üzerindeki etkileriyle birleşir. İyi beslenmek, bedeninize ve ruhunuza olan sorumluluğunuzu yerine getirmek anlamına gelir. Ancak, birey bu sorumluluğu kabul etmezse, kendisini sağlıksız bir yaşam tarzına sürükleyebilir. Bu, bir tür "kaçış" olabilir: Kişi, kendisini anlamlı bir şekilde beslemek yerine, kısa vadeli tatmin arayışına girebilir.

Psikolojik anlamda, sağlıksız beslenme alışkanlıkları genellikle duygusal boşlukların, depresyonun veya anksiyetelerin bir yansımasıdır. Bir insanın sağlıklı beslenme tercihlerindeki seçimler, onun kendi bedenine, ruhuna ve psikolojik iyiliğine duyduğu saygıyı gösterir. Beslenme, yalnızca fiziksel gereksinimleri karşılamak değil, aynı zamanda bireyin yaşamına ne tür anlamlar atfettiğini ve bu anlamları nasıl oluşturduğunu gösteren bir alan olabilir.


Psikolog Müge Ayşe ÖZTÜRK


Beslenme denince aklımıza çoğunlukla fiziksel ihtiyaçlar gelir ancak beslenme bundan daha fazlasını içerir.

Bebeklik ve çocukluk döneminde beslenme sadece enerji almak değil aynı zamanda güven,sevgi ve bağlanma süreçlerinin de parçasıdır. Eğer bebek ihtiyaç duyduğunda beslenirse dünya daha güvenli bir yer olarak algılanır,ancak bu süreç tutarsız olursa çocuk ilerleyen yaşlarda güvensizlik veya bağımlılık geliştirebilir.

Birçok yetişkin stresli,üzgün veya yalnızken yemek yemeye yönelir ve bu tesadüfi değildir. Çocuklukta yemek ile kurulan ilişki ilerleyen yaşlarda da devam etmektedir. Yemekle olan ilişkimizde gelişimsel sürecimizde edindiğimiz bilgilerin,bakım verenin tutum ve davranışlarının etkili olduğunu söylemek mümkündür. Beslenme süreci,çocukların bireyselleşmesi ve kendilerini tanıyıp ifade etme süreçlerini destekleyen önemli bir adımdır. Bir çocuğun duygusal ve fiziksel dünyasında beslenmesi için dengeli,istikrarlı ve ihtiyaca yönelik davranmak,çocuğun gelecek yaşamındaki alışkanlıkları üzerinde olumlu etkiler oluşturacaktır.

 
 
 

Comments


Çınarlı Mah. Üçgül HomeOffice, Kat:6 No:12, 01120 Seyhan/Adana

Tel: 0535 415 85 44

  • Instagram

© 2023 Eylül Psikoloji

bottom of page